Recent Posts

1 Nisan 2008 Salı

Hayat Sendromu

Sana benzemeyeni seveceksin...Kocaman bir kedi gibi yatıyorum bazen gecenin içine.Ilık bir karanlığın örttüğü evlerdeki ışıklar tek tek sönüyor.Aniden bir ışık huzmesinden kanatları beyazlanarak bir kuş geçiyor.Sonra sessizlik...Öyle durup, ruhumun sessiz karanlığa akmasını, boşalmasını bekliyorum.Ağır bir yük ruhum bazen bana.Sana benzemeyeni seveceksin...Kocaman bir kedi gibi yatıyorum bazen gecenin içine.Ilık bir karanlığın örttüğü evlerdeki ışıklar tek tek sönüyor.Aniden bir ışık huzmesinden kanatları beyazlanarak bir kuş geçiyor.Sonra sessizlik...Öyle durup, ruhumun sessiz karanlığa akmasını, boşalmasını bekliyorum.Ağır bir yük ruhum bazen bana.Sandalyenin üzerine atılıvermiş bir gömlek gibi gecenin içine bırakmak istiyorum onu.İnsanlar birbirinden ne kadar değişik, ne kadar farklı...Biri diğerine benzemeyen onca insan hayatın içinde sürekli birbirlerine değerek, dokunarak yaşıyor, bazen dümeni kilitlenmiş gemiler gibi çarpışıyor, bazen dağ suları gibi çağıldayarak birbirlerinin içine akıyor, birbirlerine karışıyorlar.Her birinin ruhu, zihni, duygusu, düşüncesi diğerinden farklı böyle büyük bir kalabalığı yeryüzüne yerleştirmenin, her birini bir diğerine muhtaç ve bağımlı yaşatmanın, kendilerine hiç benzemeyen insanlara karşı onlara sevgiler, şefkatler ve nefretler yüklemenin, onların her birini kalın sır örtülerinin ardına saklayıp birbirlerini anlamalarına engel olmanın amacı ne?Ne istiyor tanrı bizden?Küçük bir gezegenin üstünde birbirine benzemeyen altı milyar insan yaratıp, altı milyarına da değişik parmak izleri veren o irade farklılığı neden bu kadar çok seviyor?Parmak uçlarımız bile farklı.Şu küçücük parmak uçları...Parmak uçları bile benzemeyen insanların, zihinleri, düşünceleri, duyguları, bilincin karanlıklarına saklanmış gizli arzuları, kişilikleri nasıl benzer birbirine?Eğer duygularımız da parmaklarımız gibi dokunduğu yerde iz bıraksaydı, onların her birinde de diğerlerininkine benzemeyen çizgiler, kıvrımlar, helezonlar görürdük herhalde, herkesi duygu izlerinden tanıyabilirdik.Belli ki birbirimize benzememizi istemiyor tanrı.Her birimizin hayata başka bir biçimde değmemizi istiyor.Başka izler bırakmamızı...Bütün bu dinler, ırklar, milletler, tarih boyunca hayatı "tekleştirmek", herkesi birbirine benzetmek isterken, tanrının bütün yarattıklarında açıkça görülen buyruğu onların isteğiyle uyuşmuyor."Farklı olun" diye buyuruyor tanrı."Birbirinize benzemeyin."Tanrının yarattıklarıyla, tanrının kitaplarında öğrendiğimiz dinlerin talepleri nasıl böylesine birbirine zıt peki?Tanrıdan değil, dinden de değil... Ama dini kavrayış biçimimizden kuşkulanmamız gerekiyor sanırım.Bir şeyi yanlış anlıyor olmalıyız.Her bir parmak ucunu bile diğerinden farklı yapan tanrının yarattığı bu dünyada, "birbirinize benzeyin" demek tanrının buyruğuna da karşı gelmek olmalı.Ne yaparsak yapalım, kim ne yaparsa yapsın, birbirimize benzemeyeceğiz.Tanrıyı ve hayatı anlayabilmek için bu farklılığın amacını anlamalıyız.Hayata biraz daha yakından bakmalıyız belki.Hayatı hayat yapan ne?Buna tek kelimeyle cevap verebilirim:Hareket.Hayat, hareketle var olur.Rüzgarı düşünün...Esip duran rüzgarı...O rüzgar, çiçeklerin polenlerini, ağaçların tohumlarını alıp savurur, çiçekler, bitkiler rüzgarla yayılır.Rüzgar olmasaydı, hava hareket etmeseydi, hayat dururdu, dünyanın bereketi kalmazdı.Çoğalmak, yayılmak, bereketi sürdürebilmek için insanların da sadece bedenleriyle değil ruhları, zihinleri, duyguları ve düşünceleriyle hareket etmeleri gerekiyor.Bütün düşünceler ve duygular birer rüzgar aslında."Polenlerimizi," tohumlarımızı yeryüzüne duygularımızla yayıyoruz, çoğalıyoruz, bereketleniyoruz.Ve bu duyguların yayılabilmesi için farklı olmamız gerekli, suların akması için dağların olması gerektiği gibi... Eğer bütün dünya dümdüz olsaydı, vadiler ve dağlar olmasaydı, toprağın her metresi diğerini tekrar ederek uzayıp gitseydi, sular bir yerden bir yere akmazdı.Dağla ova arasındaki fark suları akıtıp duran.İnsanlar da bunun için böylesine değişik.Bizim de dağlar, ovalar, vadiler gibi birbirine benzemeyen ruhlara ve zihinlere sahip olmamız, duyguların bir insandan bir insana hareket etmesini sağlıyor.Hepimiz birbirimize benzeseydik, düz bir toprak gibi olurduk, suların kımıldamayacağı gibi duygularımız da kıpırdamazdı.Herkes birbirine benzeseydi kimse kimseyi sevmezdi, aşık olmazdı.Aşkı, farklılıklar yaratıyor, bunu anlamak kolay.Ama anlaşılması zor olan; varlığını savunabilmek için daha doğuştan kendine duyduğu bir aşkla dünyaya gelen, kendine hayran, sürekli olarak kendi üstünlüğünü ve farklılığını görmek isteyen, o derin bilinçaltlarında söylenemeyecek hatta bilinemeyecek kadar gizli arzular yüzen, on parmağında on ayrı parmak izi taşıdığı gibi ruhunun her parçasında farklı kimlikler barındıran, kendine benzemeyenden sürekli kuşku duyan, hep yaralanacağı, örseleneceği korkusunu içinde besleyen bu insanların birbirlerini nasıl seveceği...Tanrı, bize bunu söylemiyor."Sevin" diyor.Ama nasıl?Bir insanın bir insanı sevmesi kolay mı?Annemizi, babamızı, kardeşlerimizi, çocuklarımızı; hiç sorgulamadan, kuşkulanmadan, yargılamadan sevebilmemiz için daha doğarken içimize sevgileri konanları severken bile bunca zorlanıp acı çekerken, "başka" birini nasıl seveceğiz?Dağdan akan su bile nehre karışmadan önce nice kiri, çamuru, çöpü toplayıp taşırken, biz başka birine nasıl "tertemiz," kaygısız, kuşkusuz akacağız?Ve, tohumları taşıyan rüzgar, nehire karışan su gibi hareketlenip hayatın bereketini taşıyabilmek için öyle bir seveceğiz ki sevdiğimizin yanında en büyük korkumuzu, "ölümü ve zamanı" unutacağız.Onun yanındayken ölüm bizi telaşlandırmayacak.Sadece onu düşüneceğiz.Sadece onu kaybetmekten korkacağız.Hatta onu kaybetme korkusu ölüm korkusundan bile büyük olacak.Birini böyle sevebilmek, ölüm korkusundan kurtulmak ancak kendinden vazgeçerek, kendine duyduğun tüm sevgiyi bir başkasına aktararak olabilir.Bu, nasıl mümkün ey tanrım?İnsan kendinden nasıl vazgeçer?Biliyorum, bu mümkün.Aşk dedikleri, insanların binlerce yıldır şiirlerde, şarkılarda, kitaplarda anlattıkları, her yerde arayıp, her yerde ondan kaçmaya çalıştıkları bu işte.Tanrının en tehlikeli mucizesi.Bir insanın bir insanı sevmesi.İmkansız görünen bir gerçek.Ama bir mucizeyi taşımak o kadar kolay değil.Tanrının bu mucizesiyle ödüllendirilenler, bir zaman sonra her işaretiyle "ben sizi farklı farklı yarattım" diyen tanrının buyruğuna isyankar olurlar, sevdiklerini kendilerine benzetmeye uğraşırlar.Kendine benzemeyeni anlayamaz çünkü insan...Ve sevdiğin zaman anlamak istersin.Ne düşünüyor, ne hissediyor...Onu kaybetmek korkusu ölüm korkusundan da ağırsa eğer, kendini ölümden korumaya çalıştığın gibi onu kaybetmekten de korumaya çalışırsın...Her duygu kıpırtısının peşine düşersin.Bir avcı gibi onun duygularının geçtiği yerlerde iz sürersin, nereye gittiğini, geri dönüp dönmeyeceğini kavramaya uğraşırsın.Kuruyup yırtılmış yapraklara, ağaç kabuklarına, çamur birikintilerine bakarken görürler seni, bir iz aradığını bilmezler, delirdiğini, hastalandığını düşünürler.Her yere bakarsın sen.Her yere, her ize...Rüyalarını bile merak edersin.Ama insan insana sırdır.Kimse kimseye benzemez çünkü.Tanrı "benzemeyin" buyurdu.Kimseyi kendine benzetemezsin, sen kimseye benzeyemezsin.Sana benzemeyeni sevmek zorundasın.Bu da tanrının buyruğu çünkü:"Sana benzemeyeni seveceksin."Altı milyar insanın her birini diğerinden farklı yaratan, her birinin parmak izlerini bile değişik değişik yapan tanrı benzerlikten nefret ediyor.O, bütün düzenini benzemezlikler ve bu benzemezliklerin yaratacağı hareket üstüne kurmuş.Düzenini bozmaya kalkışanı cezalandırıyor.O yüzden belki, birini sevip de onu kendinize benzetmeye çalıştığınız anda acı çekmeye başlıyorsunuz.Mucizeyi bozuyor, onu kızdırıyorsunuz.Zor olanı yapmanızı istiyor sizden.Zebraların çizgilerini bile birbirinden farklı çizen tanrı, rüzgar olmanızı, su olmanızı, dağlardan, tepelerden, vadilerden aşmanızı istiyor."Sana benzemeyene akacaksın."Tanrı bizi seyrediyor, onun emrine uyup sana benzemeyeni sevdiğinde mutlu oluyorsun, onun emrine karşı çıkıp sevdiğini kendine benzetmek için uğraştığında acı çekiyorsun.Zor iş bir insanın bir insanı sevmesi.Ama en korkuncu, insanın sevdiği birinin acı çektiğini görmesi, acısına bir çare bulamaması, teselli edememesi, onun derinlerinde neler oluyor bilememesi.İnsan kendi acısını taşır... Ama sevdiğinin çektiği acı, işte o kendi acından bile çok yaralar seni, tanrıya yakarırsın hatta, "bırak ben çekeyim acıyı, ona biraz sükun ver."Kocaman bir kedi gibi yatıyorum gecenin içine.Ruhum o ılık karanlığa aksın diye bekliyorum.Kanatları ışıktan bir kuş geçiyor.Sessizlik...Tanrım, sen şimdi neredesin?

Ataleti Yenmek

Gün içinde zihinsel ve bedensel performansın en düşük, en yüksek olduğu zamanlar vardır. Bunlar vücudun biyolojik ritmini oluştururlar. Bu ritme göre en önemli işleri, performansın en yüksek olduğu zaman yapmak, önemsizleri daha sonraya bırakmak zamanı etken kullanmak açısından oldukça önemlidir. Uyku ve uyanıklık konusunda çalışmalar yapan Chicago Üniversitesi fizyologlarından Dr. Kleitman, güne hızlı başlamada vücut ısısının etkisini ortaya koyan çalışmasında, ortalama 37 derece olan vücut ısısının sağlıklı bir insanda bile gün boyunca 1 derece oynayabileceğini açıklamaktadır. Vücutta oluşan bu ısı değişimi iş verimini, zihinsel uyanıklığı ve vücut performansını belirler.
Gün içinde zihinsel ve bedensel performansın en düşük, en yüksek olduğu zamanlar vardır. Bunlar vücudun biyolojik ritmini oluştururlar. Bu ritme göre en önemli işleri, performansın en yüksek olduğu zaman yapmak, önemsizleri daha sonraya bırakmak zamanı etken kullanmak açısından oldukça önemlidir. Uyku ve uyanıklık konusunda çalışmalar yapan Chicago Üniversitesi fizyologlarından Dr. Kleitman, güne hızlı başlamada vücut ısısının etkisini ortaya koyan çalışmasında, ortalama 37 derece olan vücut ısısının sağlıklı bir insanda bile gün boyunca 1 derece oynayabileceğini açıklamaktadır. Vücutta oluşan bu ısı değişimi iş verimini, zihinsel uyanıklığı ve vücut performansını belirler. İnsanın uykudaki ve uyanık haldeki bazal metabolizmasının farklı düzeylerde olması da insan enerjisinin değişiklik göstermesine, neden olur. Bu açıklamalar, biyolojik ritm açısından tüm insanların genellikle şu 3 kategoriden birine uyduğunu göstermektedir:
Sabah Tipleri: Bu tipler sabah çok enerjik olurlar. Öğleye doğru enerjileri zirveye ulaşır ve sonra yavaş yavaş azalmaya başlar. Akşam üzeri bütün performansın bittiği görülür.
Öğleden Sonra Tipleri: Bu tipler çok zor uyanırlar, sabahları kayıtsız ve uyuşukturlar. Öğlen biraz açılmaya başlarlar, öğleden sonra enerji dolu olurlar. Hava karardığında ancak durulurlar. Her Zaman Hazır Tipler: Bu tip kişiler, sabah ve öğleden sonra tipinin en iyi yönlerinin karışımıdır. Sabah erken kalkar ve enerjik olurlar, öğleye doğru durulurlar, öğleden sonra performansları tekrar artar. O halde kişilerin performanslarının ne zaman yüksek olduğunu bilmeleri, zamanlarını verimli kullanmaları açısından çok önemlidir. Kişilerin yüksek performans zamanlarını saptamada iki üç hafta boyunca her gün tutulacak çizelgelerin, uyku düzenlerini kontrol altına almalarının, vücut ısısının sabah saatlerinde yüksek tutulması, vb. önlemlerin yararları olacağı düşünülmektedir. Hangi kategoride olursanız olun, zamanınızı verimli kullanabilmek için; En yüksek performans gösterilen saatler için şunlar önerilebilir;
- Yapılacaklar listesinde önemlileri saptamak,
- Öncelikli işler üzerinde tartışmak. Orta performans gösterilen saatler için;
- Rutin işleri yapmak,
- Daha sonraki işler için planlama yapmak. Düşük performans gösterilen saatler için ise;
- Telefon görüşmeleri yapmak,
- Ziyaretçileri kabul etmek,
- Mektupları cevaplandırmak.

Özgüven nasıl kazanılır?

Özgüven önemli bir kişisel özelliktir; yaşamla baş etmemizi ve sorunlarla gerçekçi bir şekilde mücadele etmemizi sağlar ve zorluklara dayanmamızı kolaylaştırır. Özgüven kazanma süreci, yaşamın önemli zorlukları ile başa çıkma gücüne sahip ve mutlu olmaya layık bir kişi olma deneyimidir. Özgüven insana güç verir, enerjisini artırır ve daha fazla çaba göstermeye özendirir. Başarı için ilham kaynağıdır. Başarılarımızla gurur duymamızı ve onlardan keyif almamızı sağlar.
Özgüven önemli bir kişisel özelliktir; yaşamla baş etmemizi ve sorunlarla gerçekçi bir şekilde mücadele etmemizi sağlar ve zorluklara dayanmamızı kolaylaştırır. Özgüven kazanma süreci, yaşamın önemli zorlukları ile başa çıkma gücüne sahip ve mutlu olmaya layık bir kişi olma deneyimidir. Özgüven insana güç verir, enerjisini artırır ve daha fazla çaba göstermeye özendirir. Başarı için ilham kaynağıdır. Başarılarımızla gurur duymamızı ve onlardan keyif almamızı sağlar.Bizim yaklaşımımıza bağlı olarak başka insanlar ve dışımızdaki olaylar özgüvenimizi yükseltebilir ya da bitirebilirler. Yaşama özgüvenli bir şekilde yaklaşmak ve bunu sürdürmek önemlidir. Ancak, aşırı bir güven duygusu ile hareket ederek kendimizi ve diğer insanları tedirgin etme riskini de almamak gerekir.Özgüvenimiz olmadığında işleri yapabilme yeteneğimizden emin olamayız. Gerekli beceriye ve deneyime sahip olduğumuzu bildiğimiz halde daha önce hiç yapmadığımız bir işle karşılaştığımızda endişeleniriz. Birçok durumda, özellikle karar vermemiz, inisiyatif kullanmamız veya yeni insanları işin içine katmamız gereken durumlarda rahatsız ve huzursuz oluruz.Buna karşın, aşırı bir güven duygusu içinde davrandığımızda; sınırlarımız olduğunu kabul etmek istemeyiz, yeteneklerimiz hakkında gerçekçi olmayan düşüncelere kapılırız. Üzerimize aşırı iş yükü alırız, böylece her zaman iyi iş yapamayız. En iyiyi bizim bildiğimizi düşünürüz, önerileri göz ardı ederiz, bize yardım etmek isteyenleri de genellikle reddederiz. Olması gereken düzeyde bir özgüvene sahip bulunduğumuzda ise; en iyi için çaba göstereceğimizi ve kabul edilebilir bir sonuç ortaya koyacağımızı bilerek işleri ele alırız. Bir işi yapamadığımızda mazeret üretmek yerine yeniden denemeye başlarız. İlk seferinde tümüyle doğru olarak anlamadığımız ya da yapamadığımız bir işin dünyanın sonu anlamına gelmediğini biliriz. Hatalarımızı dert etmek yerine onlardan ders almasını becerebiliriz. Bir çok durumla ve sorunla daha iyi baş edebiliriz.Özgüven hedeflerimizin peşinden giderken bize güç verir. Başarılarımızla doyum ve rahatlık hissetmemize izin verir. Özgüvenimizin güçlü olması durumunda başarı bize doğal ve doğru gelir. Birçoğumuz, belirli zamanlarda, belirli insanlarla ve belirli durumlarda kendimizi güvenli hissederken bazı durumlarda, zamanlarda ve bazı insanların karşısında özgüvenimizi yitiririz. Kendimize olan güven duygumuzu nelerin etkilediğini doğru anlamamız gerekir. Bunun için şu soruları kendimize sormalıyız ve dürüst cevaplar vermeliyiz.Ø Kendimize en çok güvendiğimiz zamanlar hangileridir? Yeteneklerimizden emin olduğumuz ve kendimizi en rahat hissettiğimiz durumlar nelerdir?Ø Karşısında özgüvenimizin en yüksek olduğunu düşündüğümüz insanlar kimlerdir? Niçin?Ø Onlar, bize özgüvenimizi artıracak ne söylüyorlar veya ne yapıyorlar?Ø Ne zaman kendimize olan güvenimizin en düşük olduğunu hissediyoruz? Ø Özgüvenimizi azaltanlar nelerdir? Hangi insanlar ve hangi durumlar bizim kendimizi güvensiz hissetmemize neden oluyor? Söylenen ya da yapılanlar nelerdir?Bu sorulara cevap verirken hazır olmadığınız yeni durumlardan ya da kıyafetinizin ve dış görünümünüzün iyi olduğu zamanlardan söz edebilirsiniz. Özgüven, çoğunlukla, kendimizi nasıl hazırladığımız ve kendimizi nasıl gördüğümüz ile ilgilidir. Özgüven gelip giden, azalıp artan bir duygudur. Bazı günler kendimizi diğer günlere göre daha güvenli ve güçlü hissederiz. Bazı günlerde de kendimizi arkadaşlarımızın yanında yetersiz hissederiz veya kendi yeteneklerimizi sürekli olarak onlarınki ile kıyasladığımız durumlar yaşarız.Özgüvenimizin zayıfladığı durumlarda yapabileceğimiz ilk iş, hiç kimsenin mükemmel olmadığını kabul etmektir. Belki, başka insanların sizin sahip olmadığınız becerileri vardır. Ancak, siz de büyük olasılıkla onların yapamadığı bazı şeyleri yapabiliyorsunuz.Özellikle, onlarla rekabet edebileceğiniz alanlarda kendi yeteneklerinizi geliştirmeye odaklanın. Tüm yapabileceklerinizi aklınıza getirin, yapamayacaklarınız için fazlaca endişelenmeyin, onlara takılıp kalmayın.Özgüveni artırmanın iyi bir yolu, yaşamdaki başarılarımızı hatırlamaktır. Sahip olduğumuz tüm yeteneklerimizi, iyi kullandığımız becerilerimizi aklımıza getirelim ve güvenli davranarak kazançlı çıktığımız zamanları hatırlayalım.Eğer, siz de özgüveninizi kazanmak ve geliştirmek istiyorsanız, yeteneklerinizi önemseyin ve kabuğunuzdan çıkın. Daha rahat ve girişken davranmayı öğrenin. Fikirlerinizi daha sesli ifade edin. Sorumluluklar alın. İş yaşamınızda karar alma süreçlerinde ve uygulamalarda daha aktif olarak kendinizi gösterin. Enerjik olmak için bu tür insanları kendinize örnek alın. Cesaretli olun, hata yapmaktan korkmayın. Başarısızlıkların birer ders olduğunu ya da başarı yolunda küçük molalar olduğunu düşünün. Elde ettiğiniz her başarıyla özgüveninizin arttığını göreceksiniz.